Friday, April 25, 2014

Tüm yaşamım acıların peşinden koşarak geçti.
Çocukluk acılarım, bir çocuğun acıları, genç bir kadının kısa ve güvensiz yolu tercih etmesinin doğurduğu acılar, arkadaşımın acıları, Cahide'nin acısı, ay ışığının acısı, yalnız bir adamın acısı, ayaklarını sürüyerek yürümek zorunda olan birinin acısı, yaşının yükü omuzlarına ağır gelmiş birinin acısı...

Bugün olmam gereken yerde değilim. Gnossienne No 1'in gizem ve keşif dolu melodilerine bıraktım kendimi. Güneşli pencerenin önünde baharı karşılıyorum.
Zorunluluklar, biçilen görevler, hatalar, hata olmayan hatalar ve o habitata uygun insanlardan soyutlamaya çalışıyorum kendimi.

Tırnaklarımın içi hep kan ve deri parçaları.

Çünkü korkuyorum. Değişmeye başladığımı biliyorum. Minibüs beklerken Afife Jale'yi düşünmememden anlıyorum. Minibüsü de çok az bekler oldum ya, neyse!

Akıntıya karşı yüzmekten vazgeçtiğim için sevemiyorum artık kendimi. Bu zorunluluklar beni bambaşka acıların peşine sürüklüyor.
Toplum değil de ben üzüyorum kendimi.
Acılarım akan saatleri yakalamaya çalışıyor, topuklu ayyakkabımın serçe parmağımda bıraktığı sızı kalbime işliyor.
Acılarım beni güldürmekten uzakta.
Oysa ben acılarımı sever(d)im.

Acılarım tırnaklarımın içinde kalan deri parçaları.
Evrimi kötüye kullanıyor benliğim.
Karşı koymak ne kadar zor.
Benimsemek ise 4 harfli kartın ince bir deliğe girişi kadar kısa ve kolay.
Tırnaklarımın içi hep yolduğum deri parçalarım, hep kan. Sırf tüm hayatımı peşinden koşarak harcadığım anılarım için...

Öylece bekliyorum güneşli pencerenin önünde. Gnossienne bana peri kızı olmayı bahşediyor. Uçuyorum.
Tüm hayatımın doruk noktasındayım, uçuyorum. Anılarıma gökyüzünde eşlik ediyorum.

Ben, vapurda ayaklarını sürüyerek ilerleyen, yaşı omuzlarında yük, koskocaman mavi gözleriyle yüzünde tüm hayatının izini taşıyan beyaz saçlı birinin acısını yaşıyorum.
 

Saturday, March 29, 2014

Anılar benim en gerçek varlıklarım.

Çok fazlalar. Onlar çoğaldıkça ayağımın altında yer alan dünya gerçekliğini yitirmeye başlıyor. Burada, bütün kalıplara bire bir uyan insanların dünyasında daha az zaman geçirmeye başlıyorum. Beynimin içi zaman tüneli gibi. Kontrolsüz hareket ediyor. Acı verici ama bir o kadar da özgür. Bir yerlerde bağımsız olduğumu bilmek heyecan verici.

 Anılarım tepkilerimi etkiliyor. Bir sebebi olan ama o an içinde deli yaftasını hak edecek gülümseler, sebepli ama sebepsiz göz yaşı. Bazen karamsar, bazen enerjik ama hiç bulunduğum zamana ait olmadan.

 İki kişilik yorgunluk.
 İkiye bölünmüşlüğün yorgunluğu.
 Kısa sürede iki zamanda var olmanın yorgunluğu.

Tuesday, March 25, 2014



Gece çirkinliklerin daha az görünmesine yardımcı oluyordu. Ayın aldatıcı görüntüsü üzerindeki lekelerden belliydi. Yine de büyüsüne kapılıp beyaz bir duman eşliğinde düşüncelere dalmamak elde değildi. Ağırlığını hissetmemek. Yalnızlıktan hırpalanmamak hiç değildi... Anladıklarını sandıkları ama anlayamadıkları, anladıkları ama anlam veremedikleri dünyaya en derin kuyudan bakmak... Gece, gırtlaklarına yapışan iyi görünümlü bir katilden başka bir şey değildi. Yalnızlıksa ruhlarını kemiren vahşi akbaba sürüsünden başkası olamazdı...