Sunday, December 25, 2011

HAYALİ ROPÖRTAJ



Alexandre McQueen ile tarih kokan ve mistik bir dokusu olduğunu düşündüğümüz Pera Palace otelinde buluştuk. Füme renkli tişörtünün üzerine giydiği gri hırkası ve mavi tonlarındaki kot pantolonuyla karşımızda oturuyordu.
Ropörtaj esnasında ki konuşmaları ve mimikleriyle interaktif bir tiyatro oyunun içerisinde gibi hissetmemek mümkün değil!
Kendisiyle yaratım aşamasının derinliklerinden, güzellik kavramından, sanattan ve yaşadığı acı deneyimlerden bahsettik..



Doğanın Elementlerinden Materyallerin Derinliklerine..

Kendisini sanatçı olarak belirten McQueen bu konuya samimi bir şekilde Luigi Pareyson’un Estetica adlı eserinden alıntı yaparak açıklık getiriyor.
Tasarımlarını hazırlarken ne kadar ince ve titiz bir çalışma sürecini bu sözlerle daha iyi anlıyoruz.

Sanatçı malzemesini sevgiyle araştırır, derinlemesine inceler, davranışlarını ve tepkilerini gözler; efendisi olmak için onu sorgular, ehlileştirmek amacıyla onu yorumlar, onu kendi isteğine uydurmak için ona boyun eğer; amaçlarına uyabilecek gizli olanakları ortaya çıkarmak için derinlemesine inceler; kendisi yeni ve orijinal olanaklarını gösterebilir düşüncesiyle onu araştırır; doğal gelişmeleri yaratılacak işin gereklilikleriyle aynı zamana rastlayabilir beklentisiyle takip eder.. ’



Güzelliğin Diyalektiği

Koleksiyonlarını tiyatral bir şov ile gerçekleştirmesinin sebebini, güzellik kavramını ‘onyedinci yüzyıl tiyatrosu’  ile açıklamasından anlayabiliyoruz.
Yalnızca güzelliğin yerini, insanı dramın tam ortasına yerleştiren, böylelikle sahne süslemelerine yer bırakmayan, stilize edilmiş, şiddetle değiştirilmiş bir gerçeğe sığdırılan ‘Güzellik’ aldı.. .
Güzellik kelimesinin aynı kalmasıyla beraber anlamlarının sürekli değişkenliğe uğradığına olan düşüncesini Umberto Eco’nun  Güzelliğin Tarihi adlı kitabından verdiği bir gerçekle pekiştirmiş oldu.


    ‘ Moda Dünyasının Holiganı’ ismi ona hiç yakışmıyor..

Çılgın kıyafetler yaratmak, farklı olmak, kalıplara uymamak holiganlıksa bunun iyi bir anlamı olmalı. Ropörtaj esnasında konuştuğumuz konulardan mı, yoksa mahsun duruşundan mı ‘holigan’ kelimesi ona asla uygun bir sıfat değil.




Sen bir kadınsın. Bana göre olmayabilirsin..

Düşündüklerimiz ve inandıklarımız dünyayı görüşümüzü etkiler. John Berger’ın kitabında yer alan ‘Bu bir pipo değil’ görüntüsü gibi.. Karşımda oturuyorsun. Gerçeksin. Kadın cinsiyetinde bir insansın. Ben seni kadın olarak görmüyorsam aslında değilsin. Bu durumda bakmak ve görmek arasındaki farkı da gösteriyorum. Ben görüyorum, düşünüyorum ve hissediyorum. Asla bakmıyorum. Böylelikle yarattığım şeylerde rahatlıkla uçabiliyorum. Kalıba sokmadan, kısıtlı bir açıdan bakmadan..



Acı Verici Deneyimler

Her şeyin başlangıcını yaratan Isabel Blow ve ardından annesinin ölümü.. Yarattığı tasarımları ve şovlarıyla bize işlerini yalnızca gösteren değil ‘hissettiren’ bir adamın ne kadar hisli olabileceğini ve neler yaşayabileceğini hepimiz tahmin edebiliyoruz.
Üzüntüsünü dile getiriyordu ama hayata daha sıkı tutunması gerektiğinin de bilincinde olduğunu ifade ediyordu.
    


Günün sonunda, McQueen’in sahip olduğu farklı bakış açısını işlerine adapte edebilmesinin yarattığı hayranlıkla yanından ayrılıyoruz..





Thursday, December 08, 2011

ÖLÜM ÜZERİNE FARKLI GELENEKLER


Fotograf: Defne Sabuncu- Model: Bercem Gokturk





Japonya' da biri öldüğü zaman yakınları para toplayarak
cenaze sahibine verir. Cenaze sahibi de bu parayla 
onlara armağan alır. Ardından cenaze evinde 
ikramda bulunulur. Sofrasının zenginliği, cenaze 
sahibinin toplumsal statüsünü gösterir.


Hindistan'da eski bir geleneğe göre kadınlar ölen kocaları
ile birlikte ateşe veriliyor ve diri diri yakılıyor.
Bu geleneğe şimdilerde çok fazla rastlanılmasa bile
hala devam etmektedir.

        
   Madagaskar' da yerlilere ait bir gelenekte ölen kişinin 
yakınları özlem gidermek için ölüyü mezardan
çıkarır ve kefenini degiştirirler.
Bu işlemi gerçekleştirirken şarkı söyleyip, dans ederler.

GRİP

Gribimin üçüncü günü..
Gücümü toparladığımı hissediyorum. 
Göğsümün patlayacğını düşündüren öksürükler, mendil birikintilerinden oluşmuş küçük bir mezarlık ve de bir sürü ilaç kutularını görmezden gelecek olursak biraz kendime gelmiş sayılırım..
Ev içerisinde kendimi oyalayacak aktivitelerde bulunmaya başladım bile!
Ancak, bu akşam saat 22.00'da Özgürlük Treninde olmam gerekirdi.
Maalesef, daha çabuk iyileşebilmem adına beni evden dışarı salmayan bir gardiyan var. 
"Evde herşeyi yapabilirim ama daha kötü olmamak için ve çabucak iyileşebilmem adına kalmam şart!" mış.
Sıradan bir grip, çaresizlik içerisinde kıvrandıran bir mikrop haline dönüştü.
İnsanı hayattan soğutan, yaşama sevincini emen kabus gibi birşey!


 







Fotoğraf: Defne Sabuncu - Düzenleyen: Defne Sabuncu